Bir başkası olsa herşeyin daha iyi olacağını düşünmek.
Şiir okuyunca şair, roman okuyunca yazar ya da resim görünce ressam, sosyolojik bir olay karşısında sosyolog olabileceğini düşünen biri. Temel sorun ne olduğunu bilmemek bir şey olamamak. Yanılsama, kendini yanlış tanıma kendini bir kalıba koyamama.
Bir yandan en iyiyi isterken diğer yandan ayağındaki prangayı hep tutmak. Bile bile. Anahtarı elinde olduğu halde. Pranganın başkaları tarafından bağlandığını hep hatırlamak affetmemek. Boğulma.
Odanın içinde. Ben bir masa mıyım? Sabit duran köşede üstüne ne koyarsan taşıyan ama zamanla aşınan ve bir süre sonra taşımadığı ya da çirkinleştiği için atılan belki yakılan dört ayak.
Yoksa duvardaki suluboya portre mi? Asılı duran ve farkedildikçe bakılan. Ama sürekli etrafı seyreden. Ona bakan diğer nesneler onu yorumlamak zorunda sanki, sanki bir anlam yüklü olmalı zira onu oraya asmazlardı. Yoksa pencere kenarında unutulmuş sadece açtığında burnunuza dokunarak kendini farkettiren... hayır hayır böyle bir çabam olamaz. Güneşe bağımlı ömrünü doldurmayı bekleyen ve bu arada çiçekler veren bir açelya mıyım ben? Hayır hiçbiri. Ben bu hiç görmediğim, hiç çağırmadığım ve tanımadığım bir kutuyum.