Çarşamba, Aralık 21, 2005

Sulhi Dölek

7 Kasım 2005 günü yitirdiğimiz değerli yazar Sulhi Dölek'in hikaye kitapları,

Yeşil Bayır
Kahkaha Tarlası
Arkadaşım Dede

S. Dölek, üç çocuk romanı dışında, Hayvanlar Alfabesi (1995) isimli bir şiir kitabıyla, Kestane Şekeri (1992), Her şeyi Bilen Çocuk (2002) ve Küçük Çalgıcılar (2002) isimli üç öykü kitabı yazmıştır. Yazarın Müzik sevgisi, Bir Kış Öyküsü ve Müzik, İnekler, Çiçekler ve Başka Şeyler isimli öykülerinde belirgindir. "Yaşamı birçok yönüyle müziğe benzetebiliriz. Uyumlu davranışlar, uyumlu sesler gibidir. Müzik, uyumlu sesler demetidir. Gürültü ise, uyumsuz sesler kalabalığı. Toplum yaşamında bunu göz önünde tutmak zorundayız. ...Toplumun içinde herbirimiz birer müzisyen, birer şarkıcı sayılırız. Ama orkestranın ya da koronun öteki müzisyenlerini, öteki şarkıcıları düşünmek zorundayız. Başarımız da mutluluğumuz da buna bağlı. Tıpkı müziğin uyumu gibi... "(s. 76-Her Şeyi Bilen Çocuk)
Cumhuriyet Kitap Ek i22.12.2005
The Solitude of Self: Thinking About Elizabeth Cady Stanton," by Vivian Gornick, published by Farrar, Straus & Giroux.

Women may desire to be coddled and sheltered, she told her audience; men may encourage that desire. But in the end, despite family, friends, lovers and allies, each of us is "a solitary voyager. ... Our most bitter disappointments, our brightest hopes and ambitions are known only to ourselves. Alike amid the greatest triumphs and darkest tragedies of life, we walk alone."

Çarşamba, Aralık 14, 2005

Kedi

Bilgisayarın sil tuşuna bassam tüm yazdıklarımı silsem bu cümle burda olmayacaktı. Ama yazmış olduğum gerçeğini de değiştiremez ki hiçbirşey. Kapkara bir bulut geçtiğini üzerimden ben unutsam da kim inkar edebilir. Kısa keselim her zamanki gibi. Düşünmemek lazım. Sustum. Sessizlik. Of hayır... Düğmesi yok ki beynimin iki saniye sessiz dursun. Ne yapacağım ben. Biraz dinlenmek istiyorum. Komik. Kısa cümleler kuruyorum. Aslında ne kadar az çaba harcadığımın kanıtı. Kısır düşünceler, vakit öldürmece. Ne sanıyorsun sen kendini. Yeter! Sus. Sadece vapur olsun. Sadece vapur. Bir de simit ve çay taşıyan bordo gömlekli memur: Taze çay isteyen? Herkes taze çay ister. Gene ne oluyor. Odaklan. Vapurdasın. Pencereden akıp giden Kız Kulesi'ne bak. Ne kadar değişti. Artık baktığında ona, kapatılan kızı düşünmek mümkün mü bu haliyle... Biraz da ben değiştim. Evet değiştim. Otobüse bindiğimde artık o zavallı bize acımıyorum. Aklıma bile gelmiyor. Kafamın içindeki çark öyle gürültülü öyle bencilce dönüyor ki sadece kendisiyle ilgilendiriyor. Kitap bile okuyamaz oldum. Bir defasında yaşlı bir kadın ve kocasıyla tanışmıştım. Kadın sabahları kulağında müzikle uyanıyormuş. Beyni üretiyormuş güya sesleri. Hatta bir besteci adı söyledi. İyi ki klasik müzik ya bir de şu metal gıcırtısı bomba patlaması sesler olsaydı. Nerdeyse doksan yaşındaydı ve hala umudu vardı. Ben çoktam yitiğim. Yine cümlelerim, bütün düşüncelerim gibi kopuk. Bütün işlerim gibi. Ben birazdan yok olacağım siz kedinize ve kendinize iyi bakın.

Cumartesi, Aralık 10, 2005

Heykeller

Sunay Akın

İstanbul heykelleri-I

Cumhuriyet Gazetesi, 04 ve 11 Aralık 2005 yazıları

Altıyol'daki Boğa heykeli

Kadıköylüler için buluşma yerlerinden biri de Altıyol'un tam ortasında duran boğa heykelidir. Boğanın öfkeli olmasının nedeni, randevuya geç kalınması değildir. O, İstanbul'dan yeşilin azalmasına, parkların yok edilmesine kızgındır. Kendisi de zaten bir buluşma nedeniyle gelmiştir İstanbul'a. Alman Kralı II. Wilhelm 'ın II. Abdülhamit 'i ziyareti sırasında ''elim boş gitmeyeyim'' diyerek yanında getirdiği heykel, Yıldız Sarayı'nın bahçesine konur önce... Sonra Lütfi Kırdar Salonu'nun önüne taşınır. Derken, ver elini Asya yakası! Kadıköy'de, iskele karşısındaki küçük parka konuk olduktan sonra Altıyol'a çıkarılır. Daracık bir çember olarak kalmıştır etrafındaki yeşillik.

Neredeeen nereye?.. Yanından geçen bir otomobilin freni patlasa, heykele çarpıp kırsa, yenisini getirmesi için ara ki bulasın II. Wilhelm'ı!..

Beşiktaş'taki Barbaros Heykeli

Beşiktaş iskelesine inen herkes bakabilir denize, üş kişi dışında! Onlar da, meydanda heykeli bulunan Barbaros Hayrettin Paşa ve hemen arkasında duran iki leventtir. Kaptanı Derya Barbaros Hayrettin Paşa'nın heykeli otobüs duraklarına bakar. Ünlü denizcimiz oyalanmak için, kalkmakta olan otobüse binmek üzere koşanlardan hangisinin otobüsü yakalayıp, hangisinin kaçıracağına dair, yanındaki iki askeriyle iddiaya tutuşur! Heykelin arka kısmında Yahya Kemal 'in ''Süleymaniye'de Bir Bayram Sabahı'' adlı şiirinden dizeler vardır: ''Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor? / Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor.'' Doktorun bol iyotlu hava önerisi üzerine Beşiktaş'a yerleşen Neyzen Tevfik , bu şiiri okur ve heykelin arkasına yazılmış olmasından dolayı şu taşlamayı yazar: ''Edebi bilgini Hayrettin Kaptan, / beş asır önceden biliyor gibi... / Ikına sıkına yazdığın şiire, / Barbaros kıçını siliyor gibi...''

Vişnezade parkında şair heykelleri

Birçok şairin ayrı ayrı heykelinin yanı sıra toplu çekilen bir fotoğraftaki gibi bir arada görüldükleri bir heykelin de olduğu bu park aldatıcıdır aslında. Çünkü, şairler o kadar da bir arada olmayı sevmezler. Daha çok birbirinin ardından atıp tutmayı severler. Parka heykelleri konan şairlerden mi söz ediyorum? Hayır, onlar birbirini günümüz şairlerinden daha çok seviyorlardı. Ben, şu an İstanbul'da yaşayan şairlerden söz ediyorum. Vişnezade parkında eksik olan Metin Üstündağ 'ın şu sözleridir: ''Sözcüklerle en fazla uğraşan şairler, birbirleriyle her vakit anlaşamayanlar da gene şairler, daha şairler birbirlerini anlamazken veya itina ile yanlış anlarken şiir ne çük'üme yazılır?''

Barbaros Bulvarı'ndaki Yahya Kemal heykeli

Beşiktaş'taki Barbaros heykelinden Yıldız'a doğru çıkarken yolun sağ tarafındaki parkta Yahya Kemal'in heykeli görülür. Şair, fazla ki- losundan dolayı rahat yürüyemez, hele yokuş hiç çıkamazdı. Bir gün Yahya Kemal, Boğaz'ın dik bir yokuşunu ağır adımlarla çıkarken yorulur ve bir bakkalın kapısının önüne koyduğu tabureye yığılır. Şair, cebinden çıkardığı mendille terini silerken bakkal sorar: ''Buyrun efendim, bir şey mi arzu etmiştiniz?'' Yahya Kemal halinin anlaşılmamış olmasına sinirlenerek: ''Evet, biraz nefes alacaktım!'' ...

Bu öyküden ilham alınarak mı şairin böyle bir heykeli yapıldı, bilemem. Bildiğim bir şey varsa o da bir şiirinde ''Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul'' diyen şairin, önünden akıp giden otomobil seline baktığı ve ''Ne olacak bu İstanbul'un trafiği?'' dercesine kara kara düşündüğüdür.

Sarayburnu'ndaki Atatürk heykeli

Sarayburnu'ndaki Atatürk heykelinin, ülkemizdeki ilk Atatürk heykeli olduğunu bilenlerin sayısı çok, hem de çok azdır. Heykeli yapan Avusturyalı sanatçı Krippel , İkinci Dünya Savaşı'nda bir hava bombardımanı sırasında yıkılan duvarın altında kalarak can verir, ne yazık ki! İlk Atatürk heykelinin Sarayburnu'na konulması çok anlamlıdır. Konulduğu yılda orada ne bir meydan vardı ne de bir sahil yolu. Durduğu yer çok anlamlıdır bu heykelin... Saraya sırt çevirmiş, Anadolu'ya bakan bir Atatürk vardır heykelde!.. Ve bu duruşuyla çok şey anlatmaktadır. Sivildir üstelik de!.. Ahmet Haşim , heykelin duruşundan dolayı Krippel'i eleştiren bir yazı yazmıştır. Şaire göre Krippel, bir İsveçli cimnastikçinin pozunu verdirmiştir heykelindeki Atatürk'e!.. Ama eminim ki Ahmet Haşim yaşayıp da Atatürk Türkiye'sinden verilen ödünleri görs eydi, heykelin yanına gider ve ''Haydi'' derdi, ''Bir kez daha aş şu engelleri!..'

İstanbul heykelleri-II

Kasımpaşa'daki Cezayirli Hasan Paşa Heykeli

İngilizler kralları Richard 'a 'Arslan yürekli' adını takmışlardı. Kasımpaşa'daki Cezayirli Hasan Paşa da heykelinin yanında bir aslanla görülür. Ünlü denizcimizin cesaretinin, korku tanımazlığının sembolü müdür bu aslan? Hayır!.. Gerçi Hasan Paşa cesur olmasına cesurdur ama, yanındaki aslan da bir sembol değil, gerçektir. Bir aslanı henüz yavruyken alan Hasan Paşa, onu elleriyle besler ve büyütür. O kadar iyi arkadaş olurlar ki, bir daha hiç ayrılmazlar birbirlerinden. Cezayirli Hasan Paşa nereye gitse, aslanı da yanındadır. Bu demektir ki, onun İstanbul'da dolaşmaya çıktığı zamanlarda sokaklar sayım gününde olduğu gibi bomboştu!.. Heykelin yanında bulunan 'Kalyoncu Kışlası' nı da 1777'de Cazeyirli Hasan paşa yaptırmıştır. Kışlanın giriş kapısında, Hasan Paşa'nın aslanını bağladığı demirli bir taş vardır.

Aşiyan'daki Orhan Veli heykeli

''Rumelihisarına oturmuşum, oturmuşta bir türkü tutturmuşum'' .. Sen misin bunu diyen, adamın böyle heykelini yaparlar işte!... Orhan Veli 'nin bir dizesinden yola çıkılarak hazırlanır bu heykel... Ne diyordu şiirin bir başka dizesinde: ''Başıma da konuyor aman martı kuşları'' Cezayirli Hasan Paşa'nın aslanı varsa, Orhan Veli'nin de martısı var heykelinde. Ama, bu heykeldeki adam Orhan Veli değildir? Neden mi?.. Bunun iki nedeni var: Birincisi, Orhan Veli oturduğu zaman bacak bacak üstüne atarmış, atmakla da kalmaz, ayaklarını da birbirine dolarmış; zayıf ve ince boylu olduğundan dolayı da öne doğru eğilirmiş. Heykele baktığımızda, şairin oturuşunun Melih Cevdet Anday 'dan okuduğumuz bu tarife uymadığını görürüz. İkinci neden ise heykeldeki pantolonun paçalarıdır! Orhan Veli, kısa ve dar paçalı pantolon giyermiş. Bu yüzden eskiciler takım elbisesini satmaya gelen şairin ceketini satın alır ama pantolonunu ''Bunu kimse giymez ağabey'' diyerek geri çevirirmiş. Heykele bu bilgilerin ışığı altında baktığımızda, pantolon paçalarının bol ve uzun olduğunu görürüz!

Emirgân'daki at heykeli

Atlar çok kahrını çekti İstanbullunun. İnsana en yakın hayvan olduğu için de, yalnız İstanbul'da değil, tüm dünyada heykeli en çok yapılan hayvandır. Unkapanı'ndaki heykelde Fatih'in, yarışların yapıldığı Hipodrom'daki heykelde ise bir jokeyin altında gördüğümüz at, Emirgân'daki Sabancı Köşkü'nün bahçesinde tek başınadır. At heykelinin bilinen ilk yeri Abraham Paşa 'nın çiftliğidir. Mahmut Muhtar Paşa ve eşi Nimetullah Hanım çftliği satın alınca heykeli Feneryolu'ndaki bahçelerine taşıtırlar. Mahmut Muhtar Paşa sonradan, Moda'daki köşklerinin bahçesine getirtir at heykelini. Anlayacağınız, at heykeli de tıpkı Kadıköy'ün boğası gibi gezinir durur İstanbul'da. Konak, Milli Eğitim Bakanlığı'na devredilip Kadıköy Kız Lisesi yapılınca, heykelin İstanbullularla daha çok buluşması sağlanır. Belki de, paralı eğitimin habercisi olsa gerek, at heykeli Ömer Sabancı tarafından satın alınır ve bir daha geri dönmemek üzere okulun bahçesinden sökülerek Emirgân'a götürülür. Şimdilik, satranç tahtasındaki at gibi yeni bir hamleyi beklemektedir.

Tophane Parkı'ndaki işçi heykeli

İşte sizlere, dünyada eşi benzeri olmayan bir heykel! Ne heykeli olduğunu ona bakarak anlayamazsınız. Milo Venüs'ünden farkı, kollarının yanı sıra, başının ve bir ayağının da kırık oluşudur. Luvr Müzesi'nde sergilenen Venüs heykelinin kollarıyla ne yaptığı Fransa'da bir dönem tartışma konusuydu. Var mısınız, biz de bu heykelin kollarıyla ne yaptığını tartışmaya açalım?..Bence, sağ eliyle bir balyoz tutuyordu ve önünde de bir çark vardı!.. Evet, heykeldeki adam bir işçidir. Muzaffer Doğan Ertoran tarafından yapılmış ve parka Cumhuriyet'in 50. yılı kutlamaları nedeniyle dikilmiştir. İyi de neden Tophane, diye soracak olursanız, derim ki, İş ve İşçi Bulma Kurumu parkın hemen yanındadır çünkü!.. Heykelin bulunduğu park, Almanya'ya gitmek isteyen emekçilerin toplanma alanıydı bir zamanlar. Tüketim yerine üretimi simgelediği için 'vatan haini' ilan edilen heykele kimlerin saldırdığını tahmin etmek hiç de zor değildir. Ekmeğini alın teriyle kazanan insanların durumu bu ülkede düzelirse, heykel de onarılır o zaman. Ama bir gerçek var, ne kadar kırılıp dökülse de, hiç kimse onu yerinden kaldırmaya c esaret edemiyor!

Kalamış Parkı'ndaki Fazıl Hüsnü Dağlarca heykeli

Anadolu yakasındaki yegâne şair heykeli Kalamış Parkı'ndadır. Fazıl Hüsnü Dağlarca, Aşiyan'daki Orhan Veli heykeline inat, dimdik ayaktadır. Sanki, emekli maaş kuyruğunda bekleyen bir adamın, zaman geçirmek için kitap okuyuşunu yansıtır bu heykel. İnsan niye ayakta kitap okusun ki!.. Heykelin konduğu yere kanıp da, Dağlarca'nın Kalamış'ta oturduğunu sanmayın sakın. O, Kadıköy iskelesine yakın bir kahvede görülür sürekli olarak. Melih Cevdet Anday 'ın heykeli gibi, sahibi yaşarken dikilen bir heykel de budur. Orhan Veli'nin heykelinde, hangi kitabı elinde tuttuğu belli değildir; ama, Dağlarca'nın elindeki kitabın kapağında şu ad yazılıdır: 'Dağlarca' ... Yani, koca şair kendi kitabını okumaktadır!.. Yok, yok, benim dediğim gibi; İstanbul'a şairlerin heykellerini dikmek yerine adlarını vapurlara vermeli...

Cuma, Aralık 09, 2005

Amerigo-Biyografi

"Bilindiği üzere, pek çok kişi de, Kristof Kolomb'un, Amerika'ya ayak basan ilk kişi olmasına rağmen, hakkının yendiği, sonraki yıllarda ortaya çıkan entrikacılar tarafından keşfinin gasp edildiği ve bu tarihi onurun bir üçkâğıtçıya, işbilir bir kurnaza, bir sahtekâra verildiği fikri yaygındır. Zweig bu olayı derinlemesine inceliyor ve olayın hiç de böyle olmadığını kanıtlarıyla ortaya çıkarıyor. Kolomb'un bugünkü Küba ve Haiti'ye ayak bastığını, oraları Batı Hint Adaları sandığını, Amerigo Vespucci'nin ise daha sonra yaptığı gezilerde özgün bir keşif yapmamış olmasına rağmen burasının Hindistan değil "yeni bir dünya" yani "Mundus Novus" olduğunu anladığını ispat ediyor. Amerigo, hiç de kendisine yöneltilen suçlamalarda olduğu gibi bir başkasının başarısına konmak isteyen bir kurnaz, bir şarlatan değildir. O sadece, çağının çok güvenilir, dürüst ve titiz bir memurudur ve yoksulluktan kırılırken görevli gittiği bir keşif gezisinin sonucunda gördüklerini amirlerine ve çok saygı duyduğu Medici ailesindeki destekçilerine üç-beş sayfalık mektuplarla rapor etmiş biridir. Olaylar dizisi, yanlışlıklar komedisi halini bundan sonra alır."Amerigo-Biyografi/ Stefan Zweig/ Can Yayınları/Almanca aslından ceviren:Ogün Duman/120 s. Hikmet Temel AKARSU- Cumhuriyet Kitap 08.12.2005

Oku