Perşembe, Ekim 27, 2005

Melih Cevdet Anday

Yaşamak güzel şey doğrusu
Üstelik hava da güzelse
Hele gücün kuvvetin yerindeyse
Elin ekmek tutmuşsa bir de
Hele tertemizse gönlün
Hele kar gibiyse alnın
Yani kendinden korkmuyorsan
Kimseden kormuyorsan dünyada
Dostuna güveniyorsan
İyi günler bekliyorsan hele
İyi günlere inanıyorsan
Üstelik hava da düzelse
Yaşamak güzel şey
Çok güzel şey doğrusu.

-Melih Cevdet Anday

Şeyh Bedreddin Destanı

Sıcaktı
Sıcak
Sapı kanlı demiri kör bir bıçaktı sıcak
Sıcaktı
Bulutlar doluydular
Bulutlar boşanacak boşanacaktı
O kımıldamadan baktı
Kayalardan
İki gözlü iki kartal gibi indi ovaya
Orda en yumuşak en sert
En tutumlu en cömert
En seven
En büyük en güzel kadın TOPRAK
Nerdeyse doğuracaktı doğuracak
Sıcaktı
Baktı karaburun dağlarından o
Baktı bu toprağın sonundaki ufka çatarak kaşlarını
Kırklarda çocuk başlarını kanlı gelincikler gibi koparıp
Çırılçıplak çığlıkları sürükleyip peşinde
Beş tuğlu bir yangın geliyordu karşıdan ufku sarıp
Bu gelen şehzade Murat tı
Hükmü humayun sadır olmuştu ki şehzade Murat ın ismine
Aydın eline varıp Bedrettin halifesi mülhid Mustafa nın başına ine
Sıcaktı
Bedrettin halifesi mülhid Mustafa ya baktı
Baktı köylü Mustafa
Baktı korkmadan kızmadan gülmeden
Baktı dimdik dosdoğru
Baktı o
En yumuşak en sert
En tutumlu en cömert
En seven
En büyük en güzel kadın TOPRAK nerdeyse doğuracak doğuracaktı
Baktı Bedrettin yiğitleri kayalardan ufka baktılar
Gitgide yaklaşıyordu bu toprağın sonu fermanlı bir ölüm kuşunun kanatlarıyla
Bu kayalardan bakanlar onu
Üzümü inciri narı
Tüyleri baldan sarı
Sütleri baldan koyu davarları
İnce belli aslan yeleli atlarıyla
Duvarsız ve sınırsız bir kardeş sofrası gibi açmıştılar
Sıcaktı
Baktı
Bedrettin yiğitleri baktılar ufka
En yumuşak en sert
En tutumlu en cömert
En seven
En büyük en güzel kadın TOPRAK nerdeyse doğuracak doğuracaktı
Sıcaktı
Bulutlar doluydular
Neredeyse tatlı bir söz gibi ilk damla düşecekti yere
Birdenbire
Kayalardan dökülür gökten yağar yerden biter gibi
Bu toprağın verdiği en son eser gibi
Bedrettin yiğitleri şehzade ordusunun karşısına çıktılar
Dikişsiz ak libaslı baş açık yalınayak ve yalınkılıçtılar
Mübalağa cengoldu
Aydının Türkköylüleri
Sakızlı rum gemiciler
Yahudi esnafları
Onbin mülhim yoldaşı Börlüce Mustafa nın
Düşman ormanına onbin balta gibi daldı
Bayrakları al yeşil
Kalkanları kakma tolgası tunç saflar pare pare edildi ama
Boşanan yağmur içinde gün inerken akşama
Onbinler ikibin kaldı
Hep bir ağızdan türkü söyleyip
Hep beraber sulardan çekmek ağı
Demiri oya gibi işleyip hep beraber
Hep beraber sürebilmek toprağı
Ballı incirleri hep beraber yiyebilmek
Yarin yanağından gayri her yerde her şeyde hep beraber diyebilmek için
Onbinler verdi sekizbinini.......
Yenildiler
Yenenler yenilenlerin dikişsiz ak gömleğinde sildiler
Ve hep beraber söylenen bir türkü gibi kılıçlarının kanını
Hep beraber kardeş elleriyle işlenen toprak
Edirne sarayında damızlanmış atların eşildi nallarıyla
Tarihsel sosyal ekonomik şartların zaruri neticesi bu
DEME...
Bilirim
O dediğin nesnenin önünde kafamla eğilirim
Ama bu yürek
O bu dilden anlamaz pek
O “hey gidi kanbur felek
Hey gidi kahpe devran hey” der
Ve teker teker
Bir an içinde
Omuzlarında dilim dilim kırbaç izleri yüzleri kan içinde
Geçer aydın ellerinden karaburun mağlupları
Dostlar
Biliyorum
Biliyorum nerde ne haldedir o
Biliyorum gitti gelmez bir daha
Biliyorum bir deve hörgücünde kanayan bir çarmıha çırılçıplak bedeni mıhlıdır kollarından
Dostlar bırakın beni bırakın beni
Dostlar bir varayım göreyim Bedrettin kullarından Börklüce Mustafayı Mustafayı
Boynu vurulacak ikibin adam Mustafa ve çarmıhı
Cellat kütük ve satır herşey hazır herşey tamam
Kızıl sırma işlemeli bir haşa altın üzengiler kır bir at
Atın üstünde kalın kaşlı bir çocuk Amasya padişahı şehzade sultan Murat
Ve yanında onun bilmem kaçıncı tuğuna ettiğim Bayezit Paşa
Satırı çaldı cellat
Çıplak boyunlar yarıldı nar gibi
Yeşil bir daldan düşen elmalar gibi birbiri ardına düştü başlar
Ve her baş düşerken yere
Çarmıhından Mustafaya
Baktı son defa
Ve her yere düşen başın kılı depremedi
İRİŞ DEDE SULTANIM İRİŞ dedi bir
Başka bir söz demedi

Nazım Hikmet

Çarşamba, Ekim 26, 2005

Öfkelendim

Evet itiraf ediyorum bu Türkçe'yi bozanlar biziz hani yarım yamalak Türkçe bilip yarım aklımızla ingilizce öğrenip sonra da çeviri Türkçe'siyle konuşan, konuşur gibi yapan, anlatmaya çalışan bazan takım elbise giyen embiey yapma niyetinde olan, dünyayı Amerika'dan ibaret sanan oradaki her gelişme direk bizim hayatımızı saniyesinde etkiliyor, geliştiriyor, ilerletiyor sanan, yakınımızdaki yoksullukları hastalıkları bozuklukları görmemezlikten gelen, bunlara yapacak hiç bir şeyi yokmuş gibi düşünen, üç kuruşluk keyfe herşeyini satan internetten başka çevresi olmayan sanal zavallı insancıklar. Sanırım bizim gibi oturaklı bir eğitime sahip olmayanlar için internet bir uyuşturucu yasaklanması gereken. Peki tek suçlu ben miyim? Hayır. Bize daha sayılar kümesini öğretirken Türkçe kaynak yerine yabancı kaynaklardan okumak zorunda bırakan, İngilizce terimlere karşılık bulmak yerine Türkçe "okunuşlarıyla" anlatan, edebiyat tarih derslerinde ne olduğu anlaşılmayan, yaşlarımıza uygun biçimlendirmeden "ezberleterek" konuları korkunç hale getirenler bizden suçlu. Düşünceni açıklamaktan hatta düşünmekten korkutanlar suçlu. Babamı bizim üç kuruşluk eğitim almamız için züppe kapılarında bekletenler suçlu. Allah'tan korkmadan Allah korkusu aşılayanlar suçlu. İnsanın kendinden, dilinden, milletinden, türünden utandıranlar, nefret ettirenler suçlu. Ne ekersen onu biçersin demişler. Şimdi o Malatya'daki çocuklardan ne beklersin ki. Onlar ve gizli şiddete mağruz kalmış onca çocuk nefret içinde büyüyecek nefret edecek herşeyden. Tutunacak dal aradıkça batacaklar. Ağaç yaşken eğilir derler. Zamanında vermediklerini on üniversite ile elde edemeyecekler boşuna yaşanmış bir ömürü olabildiğince doldurup onları sürüklediğin bu karanlığa seni de çekecekler. Sen yine de bunlardan habersiz yatağında huzurlu bir şekilde uyuyacaksın. Karabasanlar seninle olsun.

Salı, Ekim 25, 2005

Yazım kuralları

Yine Cumhuriyet Gazetesi Kitap ekinden dil üzerine M. Sadık Aslankara tarafından yazılmış bir makale :
Dil Derneğinin Yazım Kılavuzu son değişiklikleri de içine alan yanıyla büyük bir eksikliği gideriyor...Metin And'ın Oyun ve Bügü'sünden yola çıkarak Anadolu'daki oyunlardan, oyunculuktan söz açacaktım ya bunu erteleyerek okurla yazarın yıl içindeki en büyük buluşma merkezi kitap fuarının şu günlerinde, hem fuarı hem de Dil Bayramı etkinliğini tek bir kitapla gündeme almanın daha doğru olacağını düşündüm. Dil Bayramı'na rastlayan günlerde (Eylül, 2005) Dil Derneği'nce yayımlanan Yazım Kılavuzu'nun altıncı basımı tüm okuryazar kesimi için konusunda temel başvuru kılavuzu olmayı sürdürüyor bana göre. Türkçenin yazımı konusunda bir birliğe gereksinim varken, bu alanda kargaşa sürüyor ne yazık ki. Bu kargaşayı Yazım Kılavuzu'ndaki "Sunuş"tan aktarıyorum:"Atatürk'ün kurduğu Türk Dil Kurumu (1932-1983 arasında) Türkçenin özleşmesinde, bilim, teknik ve sanat kavramlarını karşılayacak yolda gelişmesinde, ölçünlü dil ve yazım birliğinin sağlanmasında öncü olmuştur. Bu kurumun 51 yıl taşıdığı ses bayrağımız, 1987'den bu yana bilimsellikten, bilim ve sanat adamlarından güç alan Dil Derneği'nin çabalarıyla yükselmektedir." "1983'ten önceki Türk Dil Kurumu'nun Yazım Kılavuzu bütün okullarda kaynak sayılmış, yazarlar, basın yayın kuruluşları, yayıncılar bu yapıtı kullanmıştır. Şimdi de Dil Derneği'nin Yazım Kılavuzu özellikle öğretmen ve öğrenciler başta olmak üzere; düşünen, araştıran, yazar herkes için bir başucu kitabı olmaktadır." "Yazım Kılavuzu(yla)... 1980'li yılların ortasından bu yana yaşanan yazım kargaşasını önleyebileceğimizi düşündük. Çünkü bileşik sözcüklerin yazımı, düzeltme (^) ve kesme (') imlerinin kullanımı başta olmak üzere, kimi temel kurallarda da ikili üçlü yazma biçimlerine dönüş başlamıştı.""Nasıl ki başka bilim dallarının uzun uğraşlar sonucu kazanılmış sonuçlarına, kurallarına saygı duyuluyorsa dilin de bilimi olduğu göz önüne alınmalıdır. Dilcilerin, dilin ses/biçim/anlam özelliklerini, mantığını göz ardı etmeden elde ettiği sonuçlar, 'Bana göre...' öznel yaklaşımından sıyrılarak değerlendirilmelidir. Her yazar (birey) dilin olanaklarını özgürce kullanarak kendi biçemini yaratır; ama yazım kuralları yazardan yazara (kişiden kişiye) göre değişmemelidir."Kuşkusuz bu bir çağrı aynı zamanda! Üstelik hepimize!
ŞAPKANIZI HAVAYA GÖRE KULLANMAYI UNUTMAYIN!
Yazım kılavuzuyla ilişkim, çocukluğumda başladı diyebilirim. Okula gitmiyordum henüz. Oynamak amacıyla babamın kitap sandığını karıştırdığımda bulmuştum el büyüklüğündeki o kılavuzları. Farklı boyutlardaydı, farklı tarihlerde yayımlanmıştı. Babam anlatmıştı ne olduğunu, ne işe yaradığını, ama ileriki yıllarda kavramıştım bunu ancak. Doğrusu bugün de düşünürüm... Neyi? Bir yazım kılavuzunu kullanabilmenin, yalnız bilinç işi olmadığını, aynı zamanda yetenek gerektirdiğini.Bu alışkanlığı, süreç içinde lise yıllarımda kazandığımı söyleyebilirim, babacığımın ne işe yaradığını bilmediğim yazım kılavuzlarına baka baka... Delikanlı yaşlarımda özümsemiştim bunu, o günden bugüne kim bilir kaç bin kez bakmışımdır yazım kılavuzlarına, üstelik bugün de bakmayı sürdürüyorum, belleğe güvenip yan gelmek büyük yanlış çünkü. Ayrıca dil canlı olduğuna göre, yazım kurallarında da ciddi değişiklikler yaşanabilir. Ayırdına varmadan sahip olduğum değişik tarihlerde basılmış bir yazım kılavuzları koleksiyonum olduğunu ekleyebilirim gönül rahatlığı içinde... Ama derim ki, yazarlar son basım tarihli, güvenilir bir yazım kılavuzunu eksik etmemeli başuçlarından. Üstelik bakmaya da üşenmemeli!Bu anlamda Dil Derneği'nin Yazım Kılavuzu, hem güvenilirlik hem de son değişiklikleri yansıtmak bağlamında bütün yazarların, ötesinde tüm okuryazarların yararlanabileceği bir yazım kılavuzu olarak önümüzde duruyor...Ne var ki kimi yazarlar, yazım kılavuzundan yararlanmamakta, bağışlasınlar beni, bilgisayarlarına aptalca güven duymakta ayak diriyorlar şaşılası inatla.En başta şu "düzeltme imi" sözgelimi... Kullanımdan kaldırmışlar neredeyse. Oysa Yazım Kılavuzu'ndaki kural açık, olduğu gibi aktarıyorum:"1) Arapça, Farsça kaynaklı sözcüklerde /k/, /g/ ünsüzlerinden sonra gelen /a/ ve /u/ ünlüleri üzerine düzeltme imi konur: dükkân, kâğıt, mekân, sükûn, dergâh, rüzgâr, yadigâr... / 2) Yazımları aynı, anlamları ve okunuşları ayrı olan kimi yabancı sözcüklerde de düzeltme imi kullanılır: adet, âdet; alem, âlem; aşık, âşık; hala, hâlâ; kar, kâr... / 3) Arapça, Farsça ve Batı kaynaklı sözcüklerde /l/ ünsüzünden sonra gelen /a/ ve /u/ ünlüleri üzerine düzeltme imi konmaz: billur, klakson, lakin, lazım, plan, reklam, selam, üslup... / 4) Yazımı devlet kuruluşlarınca benimsenmiş olan yer adları ve özel adların yazımında bu imin korunması zorunludur: Balâ, Felâhiye, Lâpseki; Leylâ, Lâmia... (Örneğin Leyla Erbil değil, Leylâ Erbil) / 5) Nispet eki olan i'lerin (Ar.önad eki) üzerine düzeltme imi konmaz: hukuki, iktisadi, insani, milli, siyasi... / 6) Yabancı sözcüklerdeki uzun ünlüleri gösteren harflerin üzerine de düzeltme imi konmaz: adalet, ahlak, badem, evlat, idare, ilaç, ilah, imla, rica, şair, üslup, vali... (Örneğin Adâlet Ağaoğlu değil Adalet Ağaoğlu)
HARFİN BÜYÜĞÜNÜ KÜÇÜĞÜNÜ İYİ TANIYIN!
İşim okumak, yazmak... İşi bu olan birinin yazım kılavuzu kullanmaması olası mı? Ben başucumdan eksik etmiyorum, ama kullanmayanlara ne demeli?Yıl içinde, öykü, roman, oyun, deneme, eleştiri vb. yüzlerce kitap okuyorum, bu arada onlarca da dosya... Bunları okurken yazım kılavuzum hep yanı başımda oluyor. Ben okurken bakmaya üşenmiyorum da kendini yazar sayanlar sırt çevirebiliyor yazım kılavuzuna. Olacak iş değil, ama gide gide kanıksanıyor demek ki bu durum.Yazınımızın ölümsüz yetkelerinden Memet Fuat, hiç yanlışsız kitaplar yayımlamak için bir ömür verdi neredeyse, günümüz yazarı ise üzerine düşen görevi bile yerine getirmiyor.Bu yüzden, yazarlarda sıkça rastladığım kimi önemli yazım yanlışlarını da alıntılamak istiyorum yerim elverdiğince:"1) İki seslemli kimi Türkçe sözcükler, ünlüyle başlayan ek aldıklarında ikinci seslemdeki ünlü düşer: ağız-ağzı, alın-alnı, bağır-bağrı, boyun-boynu, böğür-böğrü, burun-burnu, karın-karnı, koyun-koynu, omuz-omzu, göğüs-göğsü, gönül-gönlü, oğul-oğlu... 2) Bu tür sözcüklerin kimisiyle kurulan ikilemelerde ikinci seslemdeki ünlü korunur: burun buruna, omuz omuza, gönül gönüle, göğüs göğüse... 3) İçsesteki ünlü düşmesi, yabancı sözcüklerde de görülür. Bu sözcükler, ünlüyle başlayan ek aldıklarında ya da yardımcı eylemle kullanıldıklarında asıllarındaki biçimlerine döner: akıl-aklı, fikir-fikri, nehir-nehri, nutuk-nutku, ömür-ömrü, şehir-şehri, ufuk-ufku; emir-emri, emretmek; hüküm-hükmü, hükmetmek; kayıp-kaybı, kaybolmak; keyif-keyfi, keyfetmek; sabır-sabrı, sabretmek..." Oysa genç yazarlar "şehire gitti", "küfür etti" biçiminde yazabiliyor, hem de şaşırtıcı yaygınlıkta.Sonra büyük harfler... Buna da bir göz atalım mı?"Coğrafya adları tamlama biçimindeyse ve bileşip kalıplaşmışsa her sözcük büyük harfle başlar: Ağrı Dağı, Belgrat Ormanı, Ihlara Vadisi..." "Yer, yön, yöre, bölge bildiren sözcükler, kullanıldıkları özel adlardan ayrı yazılır; her sözcüğü büyük harfle başlar: Güneydoğu Anadolu, Batı Trakya, Orta Amerika..." "Batı, doğu, güney, kuzey, iç, orta, güneydoğu, kuzeydoğu (şark, garp) gibi sözcükler yer, yön, yöre, bölge bildiren bir özel adla kullanılmadıklarında küçük harfle başlar: Mustafa Kemal batıcı değil, ayakları yerde bir batılıydı..." "Belli bölgeleri gösteren bileşik sözcük ya da tamlamalar büyük harfle yazılır: Ortadoğu, Üçüncü Dünya, İpek Yolu..." "Tamlama biçiminde olan yapı, yapıt, ören adlarının her sözcüğü büyük harfle başlar: Yıldız Sarayı, Akasya Apartmanı, Düşünen Adam (yontu), Gergef İşleyen Kadın (tablo)..." "Toplumların yaşamını etkileyen bilimsel, yazınsal, tarihsel olay, olgu ve oluşumları, grup ve eylemleri yansıtan adlandırmalar büyük harfle başlar: Yazı Devrimi, Divan Edebiyatı, İkinci Yeni..." "Düşünsel, yazınsal, siyasal, ekonomik akımları, oluşumları belirleyen adlandırmalar küçük harfle yazılır: diyalektik, naziler..."
BİLEŞİK EYLEMLERİN YAZIMINDA DİKKATLİ OLUN!
Hadi bir de bileşik eylemlerin yazımında yapılan yanlışlar üzerinde duralım..."Kimi yabancı sözcükler, Türkçe yardımcı eylemlerle bileşik eylem oluştururken aşağıdaki özellikleri gösterirler: / a) Tek seslemli kimi yabancı sözcükler etmek, olmak, eylemek yardımcı eylemleriyle kullanıldığında sözcüğe yeni bir ses ekleniyorsa bunlar bitişik yazılır: affetmek, affeylemek, halletmek, hallolunmak..." "Akis, akit, bahis, kasıt, keşif... gibi Türkçe söyleyişe uymuş yabancı sözcükler etmek, olmak, eylemek yardımcı eylemleriyle kullanılırken sözcükten bir ses düşüyorsa bunlar da bitişik yazılır: aksetmek, devretmek, hükmetmek, kahrolmak, seyretmek..." ("Son zamanlarda özellikle gazete, dergi, ve TV'lerde görülen 'af etmek, azil etmek, kayıp olmak, seyir etmek... yazımları yanlıştır.") 424 sayfalık Yazım Kılavuzu'ndaki kimi yazım yanlışlarını örnek bağlamında aktardım yalnızca. Bu yanlışların tümünü, Türkçenin söz varlığındaki sözcüklerinin doğru yazımlarını kılavuz tek tek gösteriyor. Bu yanıyla büyük bir kaynak, büyük bir hazine bu!Dil Derneği'nin Yazım Kılavuzu son değişiklikleri de içine alan yanıyla büyük bir eksikliği gideriyor...Nitekim yazım kuralları arasına, "Önemli Not" biçiminde eklenmiş bilgilendirmeler son derece yararlı göründü bana. Sözcük dağarının da genişlediği gözlenebiliyor hemen. Örneğin daha önceki yazım kılavuzlarında arayıp da bulamadığım "Kuvayımilliye" sözcüğüne bu basımda rastlamak içimi ferahlattı. Öte yandan kimi okuma ilkeleri ya da yanlışları üzerinde durulması da çok yerinde. Bilebildiğimce yumuşak g'nin seslendirilişi üzerinde ilk kez duruluyor bir yazım kılavuzunda. Yazarlar kadar öğretmenlerin de buna göz atmasında yarar var. Bu arada, "başka dillere özenerek 'ce'yi 'si', 'fe'yi 'ef', 'he'yi 'eyc, aş', 'ke'yi 'ka', 'le'yi 'el', 'me'yi 'em', 'ne'yi 'en','se'yi 'es', 're'yi 'ar', 'te'yi 'ti', 've'yi 'vi' biçiminde okumak yanlıştır," deniliyor, duymamış olmayın lütfen...Ancak kimi yazımlar konusunda neden daha fazla özen gösterilmedi diye düşünmeden edemedim doğrusu. Sözgelimi Eylül 2000'deki dördüncü basımda "yanı sıra" olarak geçen sözcük, Eylül 2002'deki beşinci basımda "yanısıra" yapıldıktan sonra bu basımda yeniden "yanı sıra"ya dönmüş, bunu anlamak güç.Ama son sözüm şu olsun yazarlara: Yazım Kılavuzu'nu masanıza koymadan, sıklıkla ona danışmadan yazmaya girişmeyin sakın! Oldu olacak, Yazım Kılavuzu'na nasıl ulaşabileceğinizi de yazayım: Dil Derneği, Konur Sokağı 30/1 Kızılay-Ankara, Tel: 0312.4258360-4173327, Belgeç: 0312.4173328; dildernegi.org.tr / dildernegi(özel im)dildernegi.org.tr; yazar dediğiniz insan, Memet Fuat'ın yanlışsız yayıncılığına bakarak yanlışsız yazar olmalı bana sorarsanız.

Yoksulluk

Orhan Kemal'in bir oyunu üzerine yazan Yaşar Kemal'in yoksulluğu anlatışını paylaşmak istedim:

Yaşar Kemal, 1968'in Ocak ayında, Ulvi Uraz Tiyatrosu'nda "Yalova Kaymakamı"nı izler... "Yalova Kaymakamı ya da İspinozlar" başlıklı yazısının bir yerinde şöyle der:"Bizim büyük yazarımız Orhan Kemal de yoksulluğu kendine dert edinmiş bir kişi. Yoksulluk insanı, insanın insanlığını yıpratan, küçülten, ezen bir olaydır. Yoksulluk belâsının altında insanlar bir çok niteliklerinden de yoksun kalmışlardır. Ve zengin olmak hırsından dolayı insanlar insanlıklarını yitirmişlerdir. Orhan Kemal'e göre yoksulluk insanlığı ne kadar yıpratırsa, ne kadar ezerse, ne kadar küçültürse küçültsün, insanlık cevherine gücü yetmez. İnsanlık, yoksulluk küllerinin altındaki közdür. Toprağın altındaki filizdir. Hiçbir şey, yoksulluk bile insanın insanlığını, iyiliğini, mertliğini, güzelliğini elinden alamaz. Varlık bir zenginin insanlığını alır götürür de, yokluk bir fıkaraya vız gelir.'Yalova Kaymakamı' piyesinde Orhan Kemal, kendine yakışır bir büyüklük, bir ustalıkla insanlığın yoksulluk belâsı altında bile dimdik ayakta kaldığını söylüyor. İnsanlığa inanmış güzel yürekli bir adamın piyesi bu piyes. Orhan Kemal'in bu piyeste ortaya döktüğü dil, bizim edebiyatımızın erişemediği güzel bir dil.Bir piyes vardır ki, en büyük aktörler bile onu oynayamazlar, tökezlerler. Bir piyes vardır ki, onu en acemiler bile büyük ustalar gibi oynayabilirler. Orhan Kemal'in piyesi ikincilerden. Ulvi Uraz tiyatrosunun güçlü sanatçılarını bu sözlerimle küçümsemek istemiyorum. Ama diyorum ki, onların güzel oyunlarında piyesin güzelliğinin de büyük bir payı vardı. Piyeste baştan ayağa kadar herkes güzel oynuyordu ve aksayan bir yan yoktu." (Yalova Kaymakamı ya da İspinozlar, Yaşar Kemal, Ant, sayı: 57)

Turkey, Hindi ve Hindistan

Üyesi olduğum bir öbekte yoğun bir tartışma vardı İngilizce'de Türkiye'ye hindi ile aynı anlama gelen bir karşılık kullanılması ve bunun utanç verici olduğuyla ilgili. Her nasılsa olay Türkçe'de hindiye başka bir karşılık bulma arayışına dönüştü ta ki birileri uyarana kadar:

"Bir cevap yazmadan önce ne yazıldığını anlamak gerekir. Bu öbekte Türkçe dilbilgisi vererek açıklama yapmaya gerek görmemiştim. Türkçe bir kelimenin sonunda "p", "ç", "t", ve "k"sessizleri bulunuyorsa sesli bir harfle başlayan ek aldıkları halde sırası ile "b", "c", "d" ve "ğ"sessizlerine dönüşürler. Bu yüzden "Hint" kelimesi"istan" ekini alırken, "i" seslisi yüzünden sondaki"t" harfi "d" olur. Ayrıca "i" seslisi isimden isim yapan bir ek değildir ki "Hint" kelimesi "i" seslisi ile "hindi" olsun. Aşağıdaki internet adresine girerseniz; Ankara Üniversitesi hakkında söylemiş olduğunuz sözlerin yanlış olduğunu görürsünüz. Not: Sayenizde adrese baktım ve şunu da gördüm ki "Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi"nin internet adresi İngilizce... Yoksa biz batmış geminin direğini mi boyamaya çalışıyoruz. hindoloji_sayfası"

Bu yanıtın takdir edilecek iki yanı var: Birincisi üslubu ikincisi de öğrettiği şu söz: "Batmış geminin direği olmaz"
Benzerleri için şu siteye bakabilirsiniz: http://www.ilksan.gov.tr/fikir.asp